YABANCILAŞMA
Feuerbach’a göre “Felsefi sistem kurucuları bu güne kadar birer sanatçı gibi
davranmışlardır.Felsefi sistemler tarihi adeta bir tablolar galerisidir,aklın müzesidir.
Betimlemeleri (koyutlamaları) bilimsel sanat duygusunun misli görülmemiş örnekleridir
ve kesinlikle aklı eğitmenin ve disipline sokmanın gerçek araçlarıdır. Ancak
malesef bu şekilde biçim özleştirilmekte,düşüncedeki varlık başkası için varlık haline
getirilmekte,göreli erek asıl erek haline sokulmaktadır.”
Yabancılaşma
‘‘Yabancılaşma’’ terimini çok farklı açılardan ele alacağımız
bu yazıda sizi yabancılaşmanın sanat galerisine götürüyoruz.
Önceliğimizin “Benliğine yabancılaşan insan.”
teriminden söz eden Rouesseau olması gerekiyor.
Rouesseau, Avrupa aydınlanmasının en önemli figürü
ve düşünceleriyle Avrupa’nın kökten değişimine neden
olmuş bir isimdir. Thomas Hobbes ile birlikte toplumsal
sözleşme kuramının en önemli filozofu olan Rouesseau;
monarşik anayasal düzenin, cumhuriyetçilik ve liberalizmin
önünü açan adam oluveriyordu bir anda. Ona göre,
“Doğal insan özgürdür ve özgür olmalıdır. İyi nitelikli ve
özgür insan toplumsal bir anlayış çevresinde birleşir
ve dönüşüme uğrar, bundan böyle söz konusu olan
toplumsal insandır. Rousseau’ya göre,toplumsal yaşam
özel mülkiyeti özendirir ve insanı bozar, kötüleştirir ve
köleleştirir. Doğal yaşamdan kaçış olmadığını bilen
Rousseau, ‘ben’ine yabancılaşan insanın kurtuluşunu
‘‘eğitimde’’ bulur ve yeni bir toplumsal düzen önerir. İnsan,
devletin denetiminde gerçekleşecek olan toplumsal bir
sözleşme çevresinde birleşerek ‘ben’in özgürlüğü ile
birlikte, üretici yönde gelişimini güvence altına almalı
ve temel hak ve özgürlüklere saygılı bir toplumsal yaşam
kurmalıdır.”
Hegel, yabancılaşma kavramından ötürü olmasa bile
etkilediği filozoflar açısından yabancılaşma düşüncesi
galerisinin en önemli temel direklerinden biridir.
Yabancılaşma Hegel’in düşüncenin diyalektiği süreci
anlayışında karşımıza çıkar. Hegel düşünceyi bir akış
olarak tanımlarken yabancılaşma kavramına çok önemli
bir rol verir. Bu süreç tarihsel olarak her nesneleşme
evresinde, kendisine yabancı bir gerçekliğin kuruluşu
ile birlikte çalışır. Tez her seferinde anti-tez tarafından
olumsuzlanır ve ortaya teze yabancı bir sentez çıkar.
Düşüncenin “sentez” olarak nesneleşmesi, “gerçekleşmesi”,
düşünceye yabancılaşmış, fakat gelişmiş bir düzeyde yeni
bir tezin kuruluşudur. Ona göre yabancılaşma düşünce
tarihinin itici gücüdür ve olmazsa olmazı hayat pınarıdır.
Feuerbach, Genç Hegelciler kuşağından çok önemli
bir filozoftur. Tarihin en önemli kuşaklarından biri olan
bu kuşağın diğer temsilcilerinden Marx ve Engels’in
olduğunu söylememiz gerekebilir.
Feuerbach yabancılaşmanın ilk olarak Tanrı inancı
ile ortaya çıktığından söz eder. Ona göre, “Tanrı, insan
zihninin bir yansıtmasıdır.” Duyu verilerine konu olan ve
böylece dışımızda (bizden bağımsız bir şekilde) var olan
nesnelerden farklı olarak dini inancın nesnesi olan Tanrı
insanın içindedir.
Feuerbach, insanın aklının eleştirisi
yoluyla Tanrı inancından kurtulup yabancılaşmadan
sıyrılabileceğini düşünür. Ona göre Tanrı inancı ona
duyulan sevgi insanlık tarihinde zamanla dinlerin
yıkılacak olmasından dolayı kendisini insan sevgisine
dönüştürecektir. Ona göre, “Yeryüzündeki her şey teolojinin
cennetinde bulunur,aynı şekilde doğadaki her şey tanrısal
mantığın da cennetindedir.” Buradan anlayacağımız üzere
Tanrı ve cennet anlayışının tek kaynağı bu dünyadır ve
bunlar bu dünyadaki bir mantığın yansımasından öteye
gidemez. İnsanın yabancılaşmadan kurtulabilmek için
teolojinin üstün eseri olan tanrı, cennet ve cehennem
gibi metafizik yansımalardan kurtularak onların kaynağı
olan doğaya düşüncesini yönlendirmesi gerekir.
Feuerbach yabancılaşmadan kurtuluşun reçetesini
ise şöyle özetler: “İncil’in yerini akıl,din ve kilisenin
yerini politika,gökyüzünün (cennetin) yerini yeryüzü
(bu dünya),duanın yerini çalışma,cehennemin
yerini fakru zaruret, İsa’nın yerini insan almıştır.Artık
gökyüzünde bir efendi ve yeryüzünde bir efendi diye
ikiye ayrılmamış,bölünmemiş bir ruhla gerçekliğe sarılan
insanlar,tezat içinde yaşayan insanlardan farklıdır...”
Yabancılaşma teorisi en ayaklarının üzerine oturmuş
kısmı ile Marx da karşımıza çıkar. Marx’ın ilk yazılarında
yaptığı analizler ondan önceki bir çok filozofun dahi
ne kadar yetersiz yorumlar yaptıklarını gözlerimizin
önüne seriyor.
Marx’a göre, yabancılaşma, kapitalizme özgü bir
olgu değildir fakat kapitalizm, insanın yabancılaşması
olgusunu en üst düzeye çıkaran nesnel koşulları içeren
bir sistemdir. Kapitalizm, bir yandan yeni gereksinmeler
aracılığıyla yeni bağımlılıklar yaratırken, diğer yandan
insanın kendi yabancılaşmasının farkına varmasını
önleyecek ya da geciktirecek tuzakları da içermektedir.
Kapitalizmde Marx’a göre dört temel yabancılaşma
şeklinde karşımıza çıkar: “İnsanın emeğine, işine, kendi
doğasına ve topluma yabancılaşmasıdır.
- Kapitalist üretim biçiminde emek bireyden bağımsız
ve hatta ona düşman bir maddeye dönüşmekte, işçi
kendisi için değil sahip olamayacağı obje için çalışır
duruma düşmektedir. İşçinin emeği kendisine düşman
ve kendinden bağımsız bir materyal olmaktadır ve bu
nedenle işçi ürettiği maddeden, kendi emeğinden
yabancılaşmaktadır.
- İşçi üretim aşamasında kendisi için değil
patronu için çalışmakta, artı değer üretmektedir. Bu
da işçinin işinden yabancılaşmasına neden olmaktadır.
- İşçi kapitalist sistemde kendi doğasına,
insanlığına yabancılaşmaktadır. Marksist insan doğası
kavramına göre, insan hayvandan farklı olarak sadece
doğal ihtiyaçları için değil sosyal, entelektüel ve daha
bir çok keyif için yaşayan komünal bir varlıktır. ancak
kapitalist üretim nedeniyle işçiler vakitlerini sadece
yeme-içme gibi temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir
ücrete uzun saatler çalışmaya zorlamakta ve insanların
insanlıklarını çalmaktadır.
- Kapitalist sistem insanları da birbirinden
yabancılaştırmaktadır. patron-işçi arasındaki kaçınılmaz
gerginliğe ek olarak, sistem nedeniyle insanlıklarını
kaybeden patronlar ve işçiler kendi aralarında da
sorunlar yaşar ve giderek bireyselleşir, yalnızlaşırlar.
Marx, kapitalist toplumlarda emekçinin elde
ettiği para, emekçiye sahte bir özgürlük verir ve aslında
onun efendisi haline gelir. Para, insanlığın yabancılaşmış
gücüdür İnsan sadece kendisi olarak yapamadıklarını
para aracılığıyla yapabilir. Para, bütün insan niteliklerini
tersine çeviren, onları kendi karşıtları durumuna sokan
dışsal evrensel bir güçtür. Ona göre kapitalizm yok
olmadığı sürece insanın yabancılaşmadan kurtulması
imkansızdır.
Yabancılaşma kavramı genel hatlarıyla
kutsallaştırılmış geleneklerden, ekonomik koşulların
yarattığı boyunduruk altında olma halinden ortaya
çıkar. Bu koşulların ortadan kaldırılması durumunda
ise insan özgürleşerek kendi benliğine ulaşacaktır.
Cuma, Mart 31, 2017
|
Etiketler:
Engels,
Feuerbach,
Hegel,
Marx,
Rouessau,
Yabancılaşma,
Yabancılaşma Teorisi
|
0 yorum:
Yorum Gönder