Alternatif Hikaye

 Benim yolum. Belki de yolumun peşinden gitmeseydim hiçbir zaman beni dinlemeyecektiniz. Google ya da Microsoft’u kurmuş birisi değilim. Muhabirlikten gelip kanal sahibi de olmadım. Mankenden bozma şarkıcı da değilim. Youtube yayıncısıyken rap video klibi de yapmadım. Aslına bakarsanız hiçbir şey yapmadım ve hiçbir şey bilmiyorum. Bu yol Kerouac’ın yolu değil ama size benim de vaat edebileceğim bir kafa karışıklığım var. Yalnızlıktan ve mutsuzluktan korkmuyorum. Hissetmiyorum. Duygularımla sanki flört ediyorum. Adını bir türlü koyamıyoruz aramızda. Her şeyi hayatın normali olarak algılamaya başladım. Yalnızlık ve mutsuzluk da en az sevinçlerimiz kadar olağan diye düşünüyorum. İstanbul’un deprem riskinin en yüksek olduğu yerde yaklaşık dört ay önce çıktığımız yeni kiralık evimizde oturuyorum. Louis de yanımda ama bana pek yüz vermiyor. Balkonda oturup dışarıyı seyretmekten çok zevk alıyor. Sabah kalkar kalkmaz mamasını veriyorum. Birazcık yiyor ve hemen balkon kapısının dibine gidiyor. Kapıyı açmamla onu mutlu ediyorum. Öğlene doğru işe giderken içeri almak zorunda kalıyorum. İşte o zaman biraz sürtüşüyoruz. Neyse işten geldiğimde mutfakta zaman geçirmekten biraz hoşlanıyorum. Hazırladığım şeyler genelde salata ya da ona benzer, içkimi yudumlarken atıştırabileceğim şeyler oluyor. Roka, kırmızı soğan ve domatesten oluşan ufak bir salatanın üzerine biraz da permesan ekleyip hazırladığım şarapla beraber salona geçiyorum. Almina’dan mesaj gelmiş mi bakalım? Kendisiyle konuşurken bazen geriliyorum. Kendisi bizim okulun psikoloji bölümünden mezun bir işsiz. Tabii bu son söylediğim çok da şaşırılması gereken bir şey değil. Bu ülkede son üç ayda bir iş yerine başvurmuş ve on beş gün içinde işe başlayabilecek olan kişi sayısı toplam iş gücünün yedi de biri. Gerilmemin onun işsiz olmasıyla pek bir ilgisi yok. Bir psikologla konuşurken tedirgin oluyorum. Beni yönlendirebileceğine inanıyorum. Acaba Almina’nın labiretindeki fare miyim? Hiç de öyle istekli görünmüyor. Bir fareyi labirente koysaydım onu günün yirmi dört saati izlemek isterdim. Almina bana belirli bir oranda filtreleme imkanı sağlıyor. Kendisi çoğunlukla hiçbir şey beğenmiyor. Bir de İlker Canikligil var. Onun sinema eleştirini izliyorum o da önüne geleni gömüyor. Aslında dijital dünyada edineceğin kültürü seçmek için belirli bir filtreleme mekanizmasına ihtiyacınız var. Diğer türlü olan vaktinize oluyor. Almina’ya çok değer veriyorum. Soluk yüzü ve minimize ettiği hareketleri, sakin yapısıyla çok hoşuma gidiyor. Saatlerce yanında susarak oturabilirim. Hep kısık sesle konuşuyor ve gerçekten kibar birisidir. Ama aynı şeyleri benim için düşündüğünü pek sanmıyorum. Kibar biri olduğumu düşünüyordur. Fakat benim hakkımda iyi şeyler düşünüp düşünmediğini anlayamıyorum. Otuz yaşında bir ergen olduğuma inanıyor. Neden öyle olayım ki? Hem bir psikolog neden bu kadar ergenlerden nefret eder anlamıyorum. Gerçi yeni mezun bir öğrenci de acaba psikolog sayılır mı? Bilmiyorum. Psikoloji diye bir bilim mi olur? Çoğu otorite olmadığını söylüyor. O yüzden kimyayı biraz da olsun seviyorum. Bir de Mor ve Ötesini seviyorum. Almina’dan mesaj gelmemiş. Acaba atmalı mıyım? Beni seviyor mu? Benden hoşlandığını sanmıyorum. Ama benimle konuşmaktan hoşlanıyor. Bunların hepsi bir taktik mi? Labirentte miyim? Hangi yöne gitmeliyim? Özgür irademle kendime çok kötülük ettim. Olmam gerektiğini düşündüğüm şey gibi olmaya çalışayım. Kendisine mesaj atıyorum. Cevap gelene kadar bir şeylerle oyalanmalıyım. Cevap geliyor ve havadan sudan konuşmaya devam ediyoruz. Böyle gecelerde birbirimize şarkılar göndererek aynı şeyleri dinlemeye çalışıyoruz. Eski sevgililerinden söz ediyor sürekli. En çok buralarda sıkılıyorum. Artık sıkıldığımı da belli ediyorum. Bir kadının eski sevgililerinden sürekli bahsetmesinden nefret ediyorum. İlk tanıştığımızda o kadar çok ortak noktamız vardı ki konuştukça ne kadar farklı olduğumuzu fark ediyorum. Aslında onun anlattığına göre daha farklı olmalıymış. İnsanlar ilk önce diğer insanların birbirinden ne kadar farklı olduğunu görür sonra da kendileriyle benzerlikler kurmaya çalışırmış. Şortunu giyip Moda sahile gitmekten ve attığı twitlerin kendisini ne kadar özgürleştirdiğinden falan bahsediyor. Taşınabilir sandalyelerimizi alıp Moda sahilde oturup bira içmekten çok zevk aldığımı biliyor. Şarap da bitti. Keşke bir şişe daha alsaydım ama birazcık da kafam oldu galiba. Nereden mi anlıyorum? Dinlediğim müzikler güzelleşmeye başlıyor kafamın içerisinde. Kendisine belli etmemeye çalışmadan beni sevip sevmediği üzerine bir şeyler sormaya çalışıyorum. Mesela beraber olsaydık beraber sarılıp uyur muyduk? Diyorum. O da sarhoş olduğun için olabilirdi diye cevaplar veriyor. Ağzından çok bir şey alamadan inanılmaz bir uyku bastırıyor. Louis’i alıp yatağıma geçiyorum. Son kez kulaklığımla bir şeyler dinlemeye çalışıyorum. Louis gözlerimi kapattığımda ölü gibi yatıyor. On dakika sonra ön patileriyle bir takım hareketler yaptığını seziyorum. Beni deniyor ve benim uyuduğuma ikna olunca kaçacak. Bunu defalarca kez yaptı. On dakika da olsa onun sıcaklığını hissetmenin mutluluğuyla uyumaya devam ediyorum. Kaçarken ayağımla ufak bir çelme takmaya çalıştım ama atlayıp gitti. Ben de gözlerimi yumup uykuya dalıyorum. İstanbul’un çok da trafik olmayan bir rotasında işe gitmek için bir saat harcıyorum. Şanslı azınlığa mensubum. Ülkemde anayasaya aykırı olmasa da şarap içtiğim için “Beyaz Türk” olarak adlandırılıyorum. Kent soylu çocukların hayatını anlamayan yaşlı bir neslin siyasi tercihlerine kurban, gelenekselin boyunduruğu altında yaşıyorum. Olabildiğim kadar özgür olmak istiyorum. Şartlar ne olursa olsun iskambil kartlarından kale yapar gibi üst üste inşa ettiğim ahlakımı seviyorum. Aklım dışında her şeyden soyutlayarak zenginleştiriyorum onu. Çevremdeki insanların homoseksüellerle, başka dine mensup herhangi bir insanla hiçbir derdinin olmadığını düşünmüyorum. Toplumumuz henüz istediğim düzeyde değil ve bunun beraberinde oturmuş demokratik bir yaşamımız yok. Herhangi bir adaya demokrasi ve özgürlükler adası derken diğer bir yandan hapishanedeki gazeteciler sıralamasında dünya birincisi olabiliyoruz. Demokrasi mitingleri düzenleyip rakibinin kazandığı seçimi iptal edip tekrar seçime gidebiliyoruz. Demokrasi bizim için yapılması gereken şeyleri yapmak için yaptığımız makyajdan öte bir şey değilken sabah yanımızdaki makyajsız kadının gerçekliğini her saniye yaşıyoruz. Böyle yerlerde insanların bir araya gelmesi gerekir. Kendi dünya görüşüne yakın insanlar ile bir araya gelmenin, aslında benim adını koyduğum izole dünyanın size şöyle bir yararı oluyor. Dışarıda dönüp dolaşan gerçeklikten kopup kendinizin oluşturduğu şartlarda, yanılsamayla beraber görece iyi bir dünyanız oluyor. Dostlarım benim için çok önemlidir. Meclisin bir parçası olmaktan çok büyük keyif alıyorum. Benim evimde çoğu kez meclis oturumları düzenliyoruz. Bu oturumlar şu dönemin en önemli kazanımlarından biri olabilir. Dört kişiyi bir araya toplayıp aynı masada oturmanın çok zor olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Bir adet hakim tokmağımız var. Masaya oturmadan önce hakimin kim olacağını tartışıyoruz. Genelde meclise en az katılan arkadaşlardan biri oluyor. Kendi evim olduğu için tokmağın bana verilmesi için üst üste aynı kadronun bir çok oturuma katılması gerekiyor. Gelirken kasaba uğrayıp bir şeyler alabildik. Yemek için bir şeyler hazırlıyorum. Louis ayaklarımın dibinde. Ben ona defalarca kez duygusal gereksinim duyarken asla böylesine yakınımda olmuyor. Ona rağmen bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Benhür mutfağın kapısında dikiliyor. Ocağın başından baktığımda sopalara giydirilmiş kıyafetleriyle bana korkulukları hatırlatıyor. Ama kendisini çok seviyorum. İnanılmaz bir mizanseni var. “Bana bir bira verin. Haydi oğlum... Ben böyle oturup bir şeyler izlemeyi sevmem. Konuşmam lazım en kötü. Labirent. Labirent yayında. Labirent. Girersin çıkamazsın. Labirent bugün Radyo Tedavide sizlerle. Labirent müzikle tedavinin adresinde. Labirent yayında.” Kendisi şirketimizde birçok büyük başarıya imza atmış, ülkenin değerli mühendislerinden biridir. Hobi olarak radyo yayıncılığı yapıyor. Benim gözümde mühendisten daha çok yayıncıdır. Başarısız bir yayıncı ama iyi bir mühendis olmasına rağmen öyledir. Çünkü o işi yaparken daha çok kendi olduğunu düşünüyorum. İnsan şu sıralarda yaptığı işten ziyade boş zamanlardaki uğraşlarıyla etiketlenmeli diye düşünüyorum. “İçki içmeden yayın bile yapamıyorsun. Biraz şundan kendini soyutlasana.” İçki içmeden iki satır yazı yazamadığımı düşününce kendisine hak veriyor ve bir bira açıyorum. Benhür öyle biri ki bir keresinde onların evine gitmiştim. Oturduğu sitede herkes onunla konuşmak için can atıyordu. Birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Her zaman alaycı bir tavrı vardı ama bunu sizi kırarak yapmıyordu. Aksine sizi kırmaktan çekinir ve sözle de bunu belirtirdi. Kırılmadığınızdan emin olduğunda tekrar o tavrı takınırdı. Başka boyutları olan karakterleri severim. İçki içtiğinde çok fazla duygusallaşır. Gecenin sonunda size sarılarak geceyi tamamlardı. Bir keresinde sarılarak bizi otobüs durağına bıraktığını bile hatırlarım. En son bunun absürd bir durum olduğuna kanaat getirmiştik. Şehrin içinde kaybolmuş ruhlarımızı aramaktan bile vazgeçmiş hallerimiz ile bir basketbol koçu edasıyla arada bir mola deyip meclis oturumlarına kaçıyoruz. Bir dalgıcın oksijen tüpünden hallice olduğunu düşünün. “Özellikle bu cümleyi sizin için yapalım. Saygıdeğer arkadaşlar; ciğer, bulgur pilavı, salata ve birtakım mezeler yaptığınızı biliyorum. Buradan size saygı değer selamlarımı yolluyor ve aç olduğumu belirtiyorum. Yürekleri, gönülleri zengin insanlar... Umarım bu zenginlik ellerinize de yansır ve bu akşamı karnımızı doyurmakla sonuçlandırırız. Buradan bizi dinleyen herkese çok selamlarımı yolluyor ve programa Atilla Kaya’dan “Sus” şarkısı ile devam ediyorum. Haydi bakalım gönül dostları sıradaki bu şarkı içimizi ısıttığı kadar ellerimizi de hızlandırsın.” Arabeskten nefret ediyorum. Bulunduğumuz toplumun büyük bir kısmı bu müziğe aşık durumdadır. Bana göre acının yüceltilmesinden başka bir şey değildir. Öyle bir durum ki insanlar acılarını meydana bırakıyor onları yakıyor ve içlerinden daha devasa bir formu vücut bulup ona hediyeler sunuyor. Ayin gibi bir şey aslında. Bize çok zarar verdiğini düşünüyorum. Toplumsal olarak zaten karamsarız ve bunun için çok fazla sebebimiz var. Ama ben sorunlarımı her zaman görünmeyen yerlerin altına süpürme taraftarıyım. Oturup bir kere bir sorunum için ağlamış ya da etrafımın kulağını ağrıtmış olamam. Sabahattin Ali’nin rüzgar şiirinde şöyle bir mısra var: “Etrafımın sözlerine aklım ermedi. Etrafım da bana asla kulak vermedi.” Aslında böyle düşünmeme rağmen etrafımı seviyorum. Beni en fazla anlayabileceğini düşündüğüm insanlardan oluşuyor. Şartlarımı sevmeyi öğrendim sanırım. Jean Baudrillard’a selam çakmak lazım buradan. Yoksa Yıldız Tilbe, Neşet Ertaş ve Ahmet Kaya simülasyonunda yaşadığımı varsayarak devam edebilirdim yaşamaya fakat baş kaldırmayı tercih ediyorum. Martı, vapur, simit romantizminden nefret ediyorum. Şu kelimeler yasaklansa herhangi bir edebi derginin çıkmayacağı bir toprak üzerinde yaşıyorum. Bu sebeplerle insanlara kızacak yaşı çoktan geçtim. İki dakikadan fazla düşünen insanlar için hiçbir şeyin net olmayacağını bilmenin gerçekliğindeyim. Ama içten içe her şeyin en iyisini benim bildiğim inancını taşıyorum. Her şeyin derken biraz abartıyor olabilirim. Sofraya oturduğumuz gibi Benhür hünerlerini sergiliyor. “İşte gönül dostları... Bugün de bir kardeşimizin sofrasına misafir olduk. Kendisi benim için çok ama çok...” derken tokmağı hızlıca vurup bize dönüyor. Tokmak vurulduğunda hakim ilk cümleyi kurmadan sofrada kimse konuşamıyor. “Jingle olmadan olmuyor.”. “Ya siktir et.” diyerek başlıyorum. “Halin keyfin yerinde mi?” Sözüm biter bitmez bir tokmak sesi daha duyuyorum hemen yanı başımda. Benhür tokmağını Thor’un mijölnirine çevirmiş durumdayken “Hal hatır sormaya mı geldik? Neyiz biz yedi kat yabancı mı?” başımı öne eğip akan müziğe odaklanıyorum. Louis ayaklarımın dibine geliyor. Eğilip alıyorum onu ve masaya göz gezdiriyor. Şu ana kadar gözüne kestirdiği bir şey yok. Sıkılmış gibi değil ama biraz meraklı duruyor. Kapıya birinin anahtar taktığını duyuyorum. Gelen hocam olmuş olmalı diye içimden geçirirken içeri giriyor. “Kimleri görüyorum. Bensiz başlanmış. Gücendim.” Tokmağın sesi kulaklarımda çınlıyor. “Oturuma geç kalmak ciddi bir disiplin suçudur. Meclis başkanı on dakika içinde masada olmanızı emrediyor.”. Hocanın hızlı hızlı hareket ettiğini görüyorum. Benhür bana dönüp “Neyin var senin?” Hal hatır sormak değil bu herhalde diye içimden geçiriyorum. Bir şeyim varsa asla kimseye söylemem. Güçlü görünmem gerektiğini çok genç yaşta öğrendim. Louis masada bir şeyleri gözüne kestirdi. Onu yere koymam gerekiyor. Yere koyduğumda biraz bakışıyoruz. Sonra arkasını dönüp gidip koltuğa çıkıyor ve kendisini yalamaya başlıyor.

0 yorum:

Yorum Gönder

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Multimedia Updates

Teşekkürler

Bizi takip edin.